Truva Konsülü’nden sonra, Tapınakçılar büyük bir
hızla güçlerini ve sayılarını artırıp dönemin en güçlü ve en korkulan
şövalye tarikatı haline geldiler. Büyük bağışlar toplamış, özel vergi
gelirleri elde etmiş, inşaat, tarım, hayvancılık, nakliye, denizcilik
gibi sektörlerde önemli yatırımlar yapmışlardı. Fakat bu çalışmalar ana
gelir alanı olmaktan çok, göstermelik faaliyetlerdi; çünkü tarikatın
asıl gelir kaynağı kara paraydı.
Tapınakçıların karanlık sermayelerini oluştururken kullandıkları
yöntemler, organize suç örgütlerinin günümüzde kullandıkları
yöntemlerden farklı değildi. Kaldı ki, bugün mafya sistemi olarak
bilinen örgütlü suç yöntemlerini tarihte ilk defa icat edenler aslında
onlardı.
Zorba kralların veya kötü yola sapmış Kilise görevlilerinin bireysel
olarak gerçekleştirdikleri kanun dışı uygulamalar, Tapınakçılar
tarafından sistemli bir kara para kaynağı haline getirildi ve onlara
bilinen güçlerini kazandırdı. Fakirlik yemini etmiş, sözde misyoner
hayatı yaşayan bir tarikatın, kısa sürede krallarla yarışacak bir
servete ulaşmasının nedeni kullandıkları organize mafya yöntemleridir.
Bu yöntemleri aşağıdaki başlıklar altında toplamak mümkündür:
a) Tefecilik
b) Savaş adı altında soygun, yağma, gasp
c) Rüşvet
ç) Spekülasyon
d) Politik oyunlar
e) Keyfi vergiler
f) Haksız imtiyazlar
g) Köle ticareti
ğ) Sömürgecilik faaliyetleri
h) Uyuşturucu (haşhaş) trafiği
Tapınakçılar krallarınkine eşdeğerde bir servete sahiptiler.
Görüldüğü gibi Tapınakçılar kötülüğün her çeşidini organize hale
getirip bunu yaygınlaştırmayı ve bundan dünyevi güç ve çıkar elde etmeyi
temel görev edinmişlerdi. Allah kötülüğü örgütleyip düzenleyenler
hakkında Kuran’da şöyle buyurmaktadır:
Artık ‘kötülüğü örgütleyip düzenleyenler’, Allah’ın, kendilerini
yerin dibine geçirmeyeceğinden veya şuuruna varamayacakları yerden
azabın gelmeyeceğinden emin midirler?
Ya da onlar, dönüp-dolaşmaktalarken, onları yakalayıvermesinden (mi
emindirler?) Ki onlar (bu konuda Allah’ı) aciz bırakacak değildirler.
Veya onları bir korku üzerinde yakalayıvermesinden (mi emindirler)?
Öyleyse Rabbin, gerçekten şefkatli ve merhamet sahibidir. (Nahl Suresi,
45-47)
Tapınakçıların kara para vurgunlarında kullandıkları yöntemlerin
başında tefecilik gelmektedir. Aslında Hıristiyanlıkta tefecilik
kesinlikle yasaklanmıştır ve karşılığında büyük cezaları vardır. Bu
yüzden tefecilik, Ortaçağ’da bazı Yahudilerin tekelindeydi. Cezalardan
muaf Yahudi bankerlerin bir kısmı para ticareti yaparak büyük kazançlar
sağlıyor, krallara ve soylulara verdikleri borçlar sayesinde imtiyazlar
elde ediyorlardı. Tapınakçılar, hiçbir Hıristiyanın girmediği bu alana
el atarak kısa sürede söz konusu Yahudi bankerlerin yerini aldılar.
İngiltere Kralı I. Richard
Tapınakçılar, para ticaretinden kazandıkları yaklaşık yüzde onluk
faiz gelirine, kira, masraf gibi isimler takarak yasak olmasına rağmen
bu işlere devam ediyorlardı. Bütün önemli merkezleri kapsayan bir ağ
oluşturmuş, başta Kutsal Topraklar ve bu merkezler arasında olmak üzere,
bilinen bütün önemli noktalar arasında güvenli para transferi
gerçekleştirmişlerdi. Özellikle kraliyet makamlarında, ticaret
merkezlerinde ve hac yollarında kurulan ve bir banka şubesi gibi çalışan
Tapınakçı malikanelerinde yüksek miktarda para depolanmıştı. Para
transferi yapmak isteyen kişi, belirli bir noktada parasını bu
malikaneye yatırıp karşılığında senet alıyor ve gittiği noktadaki
malikanede senedi verip belirli bir faiz ödeyerek parasını tahsil
ediyordu. Tapınakçı banka şubelerine yatırılan paralar çok farklı
amaçlar için kullanılıyordu. Burada en önemli unsur, sözde hayır işleri
yapan örgütün fakir halk da dahil olmak üzere çeşitli kesimlerden
topladığı büyük faiz geliridir. Bu gelir, hiçbir otorite tarafından
denetlenemeden, meçhul amaçlarda kullanılmak üzere şövalyelerin kasasına
akıyordu. Daha da ilginç olanı, Tapınakçıların kar sistemlerini gizli
tutmalarıydı. Hiç kimse hesap soramadığı için, tarikat, tefeciliği
misyoner teşkilatı içinde kurumsal bir hale getirmişti. Sonraki
dönemlerde ise tefecilikleri ortaya çıkmış ve mahkumiyetlerinin
sebeplerinden biri olmuştur.
Papa III. Innocent 1207 yılında şövalyeleri, imtiyazları istismar etmekle suçlamıştı.
I. Haçlı Seferi sırasında Fransa’nın toplam yıllık geliri 250 bin frank civarındaydı.
5 Yapılan
tahminlere göre, tarikatın sadece Avrupa’da -9000 ayrı noktadaki büyük
gayrımenkul varlığı bir yana- o dönemdeki yıllık nakit geliri ise
yaklaşık 30 milyon franktır.
6 Bu
geliri günümüz rakamlarıyla kıyasladığımızda, Tapınakçıların ne kadar
büyük bir servete hükmettikleri, krallarla yarışacak düzeyde varlığa
sahip oldukları daha iyi anlaşılmaktadır. O kadar ki, 1191′de Kıbrıs’ı
Kral Richard’dan 25 bin marka satın almış ve bir yıl sonra Lusignanlı
Guy’a satana kadar ağır vergiler koyarak adadan büyük gelir
sağlamışlardı.
Şövalyelerin kirli parasının bir kısmı da
yağmacılıktan geliyordu. Kutsal Topraklarda, ya da şatolarının bulunduğu
sınır noktalarında ganimet avına çıkan Tapınakçılar, savunmasız
kervanlara ve sivil yerleşim birimlerine saldırmalarına rağmen, bunu
sözde düşman askerleriyle yapılan bir savaşmış gibi gösteriyorlardı.
Oysa, asıl yaptıkları gasp, toplu cinayetler, yağma, adam kaçırma gibi
eşkıya eylemleriydi. Bu eylemlerin en dikkat çekici örneklerinden biri,
tarikatın sapkın Haşhaşiler’le yaptığı iş birliğiydi. İki örgüt, yılda
2000 bezant karşılığında anlaşmaya varmıştı. Bu karanlık ilişki sonraki
dönemlerde daha ileriye götürülmüş, Haşhaşiler, aldıkları paralar
karşılığında, Tapınakçıların rakibi olan krallara suikast bile
düzenlemişlerdi. Şövalyeler, hayranlık duydukları bu sapkın tarikatın
yöntemlerini kısa sürede benimsemişlerdi.
7
Tapınakçıların yağmalama konusunda ne kadar hevesli ve aç gözlü
oldukları ve bu yüzden Hıristiyanların defalarca yenilgiye uğramalarına
yol açtıkları tarihi belgelere de yansımıştır. 1150 yılında Aşkalon’a
düzenlenen saldırı sırasında, şehir duvarlarından birisi yıkılmış,
Hıristiyanların savaşı kazanma ihtimali ortaya çıkmıştı. Tam bu noktada
Büyük Üstad Tremelaylı Bernard, Haçlı askerlerini durdurarak, ilk
yağmayı yapmak üzere duvardan önce Tapınakçıların geçmesini sağladı.
Tapınakçılar, köyleri basarak masum Müslüman halkı
kaçırıyor ve köle olarak Avrupa’ya satıyor ya da kendi işlerinde
kullanıyorlardı.
Ancak bu aç gözlülük, savaşın kaybedilmesi ve Tapınakçıların ölümüyle
sonuçlandı. Şövalyeleri kendi hırslarının peşinde koşmakla suçlayan,
dönemin ünlü tarihçisi ve din adamı Surlu William, bu olayı şöyle
anlatmıştır:
Tremelaylı Bernard, askerlerine,
ilk saldırı sırasında hiç kimsenin kendilerine katılmasına izin
vermemelerini emretti; çünkü şehri ele geçirmenin şanının ve yapılacak
yağmada aslan payının tarikata kalmasını istiyordu.8
T
apınakçılar, belirli bir sermayeye ulaştıktan
sonra işlerini halletmek için rüşvet yöntemine daha sık başvurdular.
Tapınakçılar için rüşvet vererek veya alarak her türlü işi halletmek
mümkündü. Bir bölgeye yerleşmek isteyen tarikat, o bölgenin yöneticisine
yardım adı altında büyük miktarlarda rüşvet veriyor, böylece hem
bölgeyi hem de gerekli ayrıcalıkları elde ediyordu. Tapınakçılar,
İngiltere Kralı I. Richard öldükten sonra yerine geçen kardeşi John’a
da, at ve 1000 pound rüşvet vererek haklarını ve imtiyazlarını garanti
altına almışlardı. Avrupa’nın fakir soylularını, ucuz hediyeler ve az
miktardaki paralarla satın almak, tarikatı daha da cesaretlendirmiş,
rahat hareket etmelerini sağlamıştı.
Müslümanların dostu olarak tanınan Kutsal Roma
İmparatoru II. Frederick, Papa’yla birlik olup kendisine karşı savaşan
Tapınakçıların bütün mallarına el koyduğunda, tarikatın işlerinde
çalışan yüzlerce Müslüman köleyi, hiçbir karşılık istemeden serbest
bırakmış, böylece şövalyelerin büyük nefretini kazanmıştı.
Tapınakçılar rüşvet verdikleri gibi, rüşvet almayı da bir gelir yolu
olarak benimsemişlerdi. Bunu yaparken, daha çok Kilise’den kazandıkları
imtiyazları kullanmışlardı. Savaşa gitmek istemeyen asiller, şövalyelere
yüklü bir bağışta bulunuyor, böylece kendi adlarına onların savaşmasını
sağlıyorlardı. Aforoz edilmiş asiller de tarikata belirli rüşvetler
karşılığında katılarak bu yaptırımdan, yani aforoz cezasından
kurtulabiliyorlardı. Aranan suçlular kendilerini şövalyelere teslim
ediyor, böylece dokunulmazlık kazanıyorlardı. Tapınakçıların kendilerine
verilen imtiyazları bu şekilde istismar etmeleri bir dönem Papa’nın da
tepkisine sebep olmuştu. 1207 yılında III. Innocent, şövalyelerin
kibirli olduklarını ve imtiyazları istismar ettiklerini söylemişti.
Cebinde biraz parası olan herkesin tarikata girebildiğinden,
“uzun bir ip gibi, günaha günah ekleyenlerin”,
aforoz edilenlerin, Kilise’ye bile alınmayacak kişilerin kutsal
mezarlara gömüldüklerinden şikayet eden Papa, gerekenin yapılmasını
istemişti.
9
Tapınakçılar inşaat, emlak, nakliye gibi işlere el attıktan sonra, bu
işlerden kazandıkları mallar ve menkuller üzerinden spekülasyon yapmaya
da başladılar. Emlak ve arsa spekülasyonu sayesinde hem kendi
topraklarının değerini hem de topladıkları vergi ve kiraları
artırıyorlardı. Ayrıca, stokladıkları değerli madenler ve ticaretini
yaptıkları mallar üzerinde de spekülasyona giriyorlardı. Sözgelimi,
İngiltere’de, sahip oldukları büyük mal varlığının ve toprakların
değerini kısa sürede yaklaşık %50 oranında artırmış, ticari imtiyazlar
sayesinde de İngiliz yününü bütün Avrupa kıtasına ihraç ederek büyük
paralar kazanmışlardı.
Tapınakçılar fakir halktan para toplarken, Hıristiyanlık adına
savaşıp büyük mücadeleler verdiklerini söylüyorlardı. Oysa bu, tarikatın
bağış kaynaklarını canlı tutmak için uydurulmuş bir yalandı.
Tapınakçılar, Truva Konsülü’nden sonra girdikleri ilk üç savaşta da
hezimete uğramışlardı. Abartılı kahramanlık hikayelerinin aksine,
şövalyeler yenilmez savaşçılar değillerdi. Tek yaptıkları masum ve
savunmasız halkı katletmekti. Savaşmaları gerektiğinde ise, topladıkları
büyük bağışların önemli bir kısmını savaş ve savunma dışında başka
amaçlarla kullanılmak üzere karanlık sermayelerine eklediklerinden,
genellikle yenilgiye mahkum oluyorlardı.
Papa IX. Gregory
Tapınakçılar, adı geçen kirli yöntemlere ek
olarak, köle ticareti ve kaçakçılıkta da organize olmuşlardı. Köle
ticaretinde yaptıkları büyük sahtekarlıklar tamamen ortaya çıkınca Papa
onları uyarmak zorunda kalmıştı. Bilindiği gibi, o dönemlerde köle
ticareti kanun dışı bir iş değildi; ancak bir Hıristiyanın, Hıristiyan
bir köleye sahip olması yasaklanmıştı. Tapınakçılar, bu yüzden, köyleri
basarak masum Müslüman halkı kaçırıyor ve köle haline getirip Avrupa’ya
satıyor ya da acımasızca kendi işlerinde kullanıyorlardı. Müslümanların
dostu olarak tanınan Roma İmparatoru II. Frederick, Papa’yla birlik olup
kendisine karşı savaşan Tapınakçıların bütün mallarına el koyduğunda,
tarikatın işlerinde çalıştırılan yüzlerce Müslüman köleyi, hiçbir
karşılık istemeden serbest bırakmış, böylece şövalyelerin büyük
nefretini kazanmıştı.
10
Yalnız Müslüman kölelerle yetinmeyen şövalyeler, Ortodoks Hıristiyan
olan Yunan, Bulgar, Rus ve Romenleri de Müslüman diyerek köle
ticaretinde kullanıyorlardı. Papa IX. Gregory, 1237 yılında bu istismar
konusunda Suriye piskoposu ve Tapınakçıların üstadına şikayette
bulunduysa da, Tapınakçılar, önemli bir gelir kapısı olarak başta Afrika
halkı olmak üzere, köle ticaretiyle insanları sömürmeyi sürdürdüler.
Tapınakçılar, bu tür mafya yöntemlerinin yanı sıra siyaset alanında
da kirli oyunlara girmekten geri kalmadılar. Yerli halka zorba
yöntemlerle büyük sıkıntılar yaşatarak, sözde dindar bir tarikat
görünümünden çıkıp, nefret edilen, karanlık yöntemlere sahip, çok zengin
bir örgüte dönüştüler. Kısa bir süre sonra deşifre olan sapkın inanç ve
yaşantıları da bu imajı tamamladı ve sonunda Hıristiyanlığın utanç
kaynağı haline geldiler.